5 Ekim 2009 Pazartesi

SAİD NURSİ KİMDİR?


Recep Tayyip Erdoğan son AKP olağan genel kurulunda Said Nursi'siz bir Türkiye düşünülemez söyleminde bulundu ve bu da Türkiye'de büyük merak uyandırdı ve tabiki ben de merak ettim ve araştırdım. Said Nursi hakkında bilgilere ulaşmam çok kolay oldu. Google a yazdım ve hemen ulaştım. Said Nursi'yle aynı dönemde yaşayan Said isimli pek çok kişi mevcut olduğunu biliyordum, fakat diğer Saidlerle karıştırılmaması (örneğin Şeyh Sait) için bu yazının okunması gerektiğini düşünüyorum. Yazı şöyle başlıyor:


Said Nursi yakın geçmişimizde yetişmiş en büyük İslam alimlerinden ve fikir adamlarındandır. 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir. Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.
Dönemin hükümeti, Said Nursi'nin üniversite ile ilgili dilekçesine ilgi göstermemiştir. Hatta İstanbul'daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuş, Bediüzzaman'ın önce akıl hastanesine daha sonra da hapishaneye gönderilmesini sağlamıştır.
Said Nursi'nin serbest bırakılmasından kısa süre sonra 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilmiş. Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekmiştir. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılanmış, ancak beraat etmiştir.
Bediüzzaman bu olaydan sonra tekrar Doğu'ya dönmüş, I. Dünya Savaşında talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katılmıştır. Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I. Dünya Savaşında Rusya'da esir düşmüş, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a gelmiştir.
İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edilmiştir. Buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırarak parasız olarak dağıtmaya başlamıştır. Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırlamış, bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep olmuştur. Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur. Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazanmış ve Ankara'ya davet edilmiştir. 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetmiştir.
Said Nursi 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'da inzivaya çekilmiş olduğu yerden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürülmüştür. Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazmıştır.
Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istemiştir. 1935 yılında ise polisler burada da çalışmalarına devam eden Said Nursi'nin oturduğu evde arama yapmış ve bütün kitaplarına el koymuştur. Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış, ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır. Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklamalarla birlikte Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatılmış, Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir.
Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.
Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya oradan da trenle Isparta'ya getirilmiştir. Risale-i Nur ile ilgili davaların Denizli'deki davayla birleştirilmesi üzerine ise Denizli'ye sevk edilmiştir. Denizli hapsi yine tecrit altında başlamış, çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Sonrasında ise 1944'te verilen beraat ve tahliye kararına rağmen, dönemin hükümeti Said Nursi'nin Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmasını emretmiştir.
Bediüzzaman burada hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alınmıştır. Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçmiştir. Bu dönemde, hukuki yollarla Bediüzzaman'ı etkisiz hale getiremeyen muhalifleri onu zehirleyerek öldürme yoluna gitmişlerdir. Hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ sürgününde gerçekleşmiştir.
Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltılmış ve böylece Kuran tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlanmıştır. Özellikle de teksir makinelerinin kullanımıyla birlikte bu çalışmalar daha da hızlanmıştır.
1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakılmıştır. Ancak Risale-i Nurlar'ın her geçen gün yaygınlaşarak insanlara ulaşması dönemin hükümetini rahatsız etmeye başlamıştır. Ocak 1948'de Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon hapishanesine gönderilmiştir. Ancak tüm bu ağır ve zor şartlara rağmen Bediüzzaman eserlerini yazmaya devam etmiştir.
Aralık 1948'de Said Nursi hakkında 20 ay ağır hapis cezası kararı verilmiş, ancak karar temyiz edilmiş ve Bediüzzaman lehine bozulmuştur. Ancak Yargıtay'ın bu kararına rağmen Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlamıştır. Hak etmediği cezanın süresini tutukluluk haliyle dolduran Said Nursi, Eylül 1949'da serbest bırakılmıştır. Fakat Ankara'dan gelen bir emirle bu sefer de Afyon'da mecburi iskana tabi tutulmuş ve Emirdağ'a ancak Aralık ayında dönebilmiştir.



>YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

3 Ekim 2009 Cumartesi

KABİLLER ÇOĞALIYOR

Habil ve Kabil'in hikayesini hepimiz az çok biliyoruz; Habil iyiliği, Kabil ise kötülüğü temsil etmektedir. Kabil, kardeşi Habil'i öldürmüş ve yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiştir. Günümüzde de cinayetler işlenmekte ve kötülükler hat safaya ulaşmaktadır. İnsanlar yaptıkları her kötülüğü mantığa bürümeye çalışmakta ve sanki işlenen cinayetlerde haklıymış izlenimi vermektedirler. Genelleme yapmak elbette doğru birşey değil fakat cinayet işleyenler haklı olduklarını düşünmese asla bunu yapmazlar. Ayrıca Türkiye'de olduğu gibi cezalar da caydırıcı değilse suç oranı artmaya devam edecektir.
İnsan hayatına karşı işlenen suçlar elbette sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde işlenebilmektedir. Fakat bizi ilgilendiren şu an için Türkiye topraklarında işlenen suçlardır. Televizyonları her açtığımızda cinayet haberleri ilk sırada yer alıyor ve giderek artıyor. Ayrıca cinayetlerin işleniş şekilleri de tüyler ürpertici haller almaya başladı. Televizyonu bugün açtığımda da bu tarz bir cinayetle karşılaştım. Bir işadamının sigorta parasını almak için işlediği cinayet, gerçekten geldiğimiz noktayı göstermektedir. Yetkililerin bir an önce caydırıcı cezalar getirmesi ve bunları uygulamaya koyması gerekiyor. Yeni Kabillerin yetişmemesi için de toplumun elinden geleni yapması ve Kabiller'e karşı önlem alması gerekiyor.

1 Ekim 2009 Perşembe

SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI ANLATAN FİLM ALMANYA'DA YAYIMLANDI


Ermeniler'in yurtdışında gerçekten de çok güçlü lobileri var, artık gücü getiren şey para olduğu için Ermeniler'in zengin olduğunu söylemeye gerek yok heralde. Soykırım kelimesininin nerden geldiğini araştırmak gerekir, ikinci dünya savaşında Alman Nazileri'nin yahudilerini katletmesinin ardından bir bilim adamı tarafından üretilen genocide kavramından gelmektedir. Dilimizde jenosit olarak da telaffuz edilen bu kavram genoce ve side kelimelerinin birleşmesinden elde edilmiştir. Bu kelime de Latincedir; genoce:halk, side:kırım anlamlarına gelmektedir. Belli bir ırk, dinsel veyahut etniksel gruba mensubiyetinden dolayı halklara karşı girişilen katletme hareketine jenosit denmektedir.

Jenosit; biyolojik, fiziksel ya da kültürel olarak gerçekleştirilebilir. Türkiye'ye isnad edilen soykırım suçunun tarihi ikinci dünya savaşı öncesidir. Ayrıca Osmanlı'nın yapmış olduğu hareket soykırım değil, bir göçe zorlama hareketi de değil yer değiştirmedir. Bu siyaset her zaman yapılmıştır, sorun çıkaran aileler zorla başka bölgeye gönderilmiştir. Ermenilere de aynı topraklar üzerinde yani Osmanlı'nın sınırları içersinde yaşama imkanı sunulmuştur, herhangi bir başka ülkeye göç etmeye zorlama söz konusu olmamıştır. Yahudilere yapılanlarla bu olayın bir tutulmasını hiç bir mantık kabul edemez.

Bütün bunlar bir yana, zamanında Ermeniler'i dikkate almamamışız ve onlara karşı her hangi bir savunma mekanizması da geliştirmediğimiz için dünya üzerinde haksız gözüken bizler olmuşuz. Osmanlıca'yı yeterince bilmeyen vekillerimizin önüne asılsız belgeler sunulmuş; bu belgelerin içinde mantığın bile kabul etmeyeceği yazılar bulunmuştur. Bir şekilde ermeniler içten içe bizlere bu isnadları kabul ettirmeye başlamıştır. Geçmişinde kara bir leke olan yahudi soykırımını unutturmaya çalışan Almanya da aşağıda bir kestitini izleyeceğimiz filmi yayınlamıştır....



YARBAY DÖNMEZ SERBEST


Ergenekon soruşturmasında önce firar eden, daha sonra ise teslim olan Yarbay Mustafa Dönmez’in evinde bulunan krokiden yola çıkılarak Ankara Yenikent’te yapılan aramalarda cephane bulunmuştu. Askeri mahkemece gözaltına alınan Dönmez serbest bırakıldı. Dönmez, söz konusu krokilerin polisler tarafından evine yerleştirildiğini iddia etmekteydi. Türk Yargı düzeni içersinde yargı birliğinin olmayışı nedeniyle tutarsız kararlar alınmaya devam edecektir. Tabii hakim ilkesine de aykırı olarak düzenlenen askeri mahkemelerin görev ve yetkileri tam anlamıyla gözden geçirilmelidir. Her zaman söylediğim gibi sadece yasaları değiştirmek bir çözüm getirmeyecektir, önemli olan değişikliklerin uygulamaya geçmesi ve fayda getirmesidir.