31 Aralık 2009 Perşembe

TOKATTAKİ TERÖR SALDIRILARINDA TUTUKLAMA


Tokat'ın Reşadiye ilçesindeki terörist saldırıyla ilgili soruşturma kapsamında gözaltında bulunan köy muhtarı, tutuklandı.

Terörist saldırıya yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan ve ilçedeki bir köyün muhtarı olduğu bildirilen zanlı H.İ, jandarmadaki sorgu ve işlemlerinin ardından Reşadiye Cumhuriyet Savcılığına sevk edildi.

Burada savcı tarafından ifadesi alınan zanlı H.İ., sevk edildiği Nöbetçi Mahkemece tutuklandı.

Reşadiye'de 7 askerin şehit olduğu, 3 askerin yaralandığı terörist saldırıyla ilgili olarak, aralarında bölgede faaliyet gösteren özel bir şirketin çalışanlarının da bulunduğu 6 kişi gözaltına alınmış, bu kişilerden 5'i ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakılmıştı.

DTP'NİN KAPATILMASI KARARININ GEREKÇESİ YAYIMLANDI


Siyasi arenadan bir partinin daha çekilmesiyle sonuçlanan mahkemede alınan kararın gerekçesi resmi gazetede yayımlandı. Siyasi parti mezarlığına dönen ülkemizde yeni bir partinin daha kapatılmasını diliyor ve yeni yılın ilk yazısını sizlerle paylaşıyorum. Yeni umutlarla yeni bir yıla merhaba derken geçmiş yılın da muhasebesini yapmak gerekir elbette. Bir zaman diliminden başka bir zaman dilimine girmek önemli değildir. Önemli olan geçirdiğin her zaman diliminin içini doldurabilmektir. sözü fazla uzatmadan sizi gerekçeli kararla baş başa bırakıyorum:




>>dtp'nin kapatılmasına ilişkin gerekçeli karar

29 Aralık 2009 Salı

DDK'DAN YÖK'E SORUŞTURMA TALEBİ


Cumhurbaşkanlığı DDK, eski YÖK başkanları hakkında soruşturma açılmasını istedi.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu “Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim” raporunu açıkladı. Raporda özellikle, türban konusunda yasa ve mevzuatta direnen tavırlarıyla bilinen eski YÖK yönetimleri adeta didik didik edildi.

ÖNCEKİ YÖK YÖNETİMLERİNE SORUŞTURMA İSTEDİLER

Raporun “İhbar ve Şikâyetler Hakkında Yürütülen İşlemler” başlığını taşıyan Dördüncü Bölümünde; ihbar ve şikâyetler hakkında uygulanan yöntem ve süreçlere ilişkin ayrıntılı değerlendirmelere yer verildi. Raporda, “Bu kapsamda, Hukuk Müşavirliğinin ihbar ve şikâyetlerle ilgili iş ve işlemleri ile YÖK Başkanları ve rektörler hakkındaki şikâyet ve ihbarlara ilişkin yürütülen iş ve işlemler incelenmiştir. Bu çerçevede, YÖK Genel Kurulu ve YÖK Başkanları tarafından yürütülen hukuka aykırı uygulamalar ortaya konulmuş ve bunlar hakkında soruşturma açılması gerekliliğine işaret edilmiştir” denildi. Raporun kamuoyuna açıklanan bölümünde soruşturma istenen kişilerin adlarına yer verilmezken şöyle denildi:

ÜNİVERSİTEDE GİZLİ MUHBİR DÖNEMİ

“Hukuka aykırı iş ve işlemlerin ortaya çıkarılmasının tek yöntemi denetim birimlerinin yaptıkları çalışmalar olmayıp ihbar ve şikâyetlerin işleme konulmasındaki etkinlik ve izlenen süreçler de denetim açığının giderilmesinde önemli araçlardan birini oluşturmaktadır. Söz konusu müessese; bir yandan bahse konu kamu idarelerinin işlem ve faaliyetlerinin hukuka uygunluğunun sağlanmasında önemli bir araç iken diğer yandan da kamu idarelerinin denetim karşısındaki olumlu/olumsuz tutum ve davranışlarının ölçülmesinde de önemli bir işlev görmektedir.

Yükseköğretim Kurulunda yapılan incelemeler sırasında, bazı ihbar ve şikâyetlerle ilgili olarak ‘soruşturma açılmasına gerek yoktur’ şeklinde kararlar alınarak söz konusu ihbar ve şikâyetler hakkında herhangi bir soruşturma yapılmadığı tespit edilmiştir. Söz konusu türdeki yöntemlerin, hem YÖK Genel Kurulu ve YÖK Başkanlarınca hem de üniversite rektörleri ve diğer amirleri tarafından yürütülen iş ve işlemlerde yaygın bir biçimde kullanıldığı anlaşılmıştır.”

“İHBARCILARIN İFŞASI HUKUKA AYKIRI”


DDK raporunda “İhbar ve şikâyetlerle ilgili olarak ‘soruşturma açılmasına gerek görülmemiştir’ şeklinde alınan kararlar ile yürütülen yöntem ve uygulamanın Danıştay kararları ile pekişerek cari bir usul hâline gelmesi ve hukuka aykırı bir biçimde kullanılması, YÖK başkanları ve rektörler hakkında ihbar ve şikâyet müessesesinin hemen hemen işlerliğini kaybetmesine yol açmıştır. Bu açıdan zorunlu ve istisnai durumlar haricinde adı geçenler hakkında işlem yapılamamış ve hukukun öngörmediği ve tasvip edemeyeceği bir durum oluşmuştur” denildi.

Böylece, ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilmesinde yeterli etkinlik sağlanamadığı gibi söz konusu ihbar ve şikâyetlerin sonucunda verilen soruşturma açılmamasına ilişkin kararların da yargı denetiminden uzaklaştırıldığı ve bu çerçevede hesap verilebilirlikten uzak bir çalışma yönteminin, her seviyede YÖK’e hakim olduğu iddia edildi.

Cumhurbaşkanlığı DDK şu iddialarda bulundu:
“Soruşturmaların hukuka aykırı sonlandırılması ve çeşitli sahtecilik fiilleri bu ortamda vücut bulmuştur. Bu çerçevede, Raporun dördüncü bölümündeki örnek olayların da açıkça gösterdiği üzere önemli hukuka aykırılıklar gerçekleşmiştir.

Bu kapsamda, ilgili Bölümde belirtilen hususlar çerçevesinde;

- 2547 sayılı Kanun uyarınca ilk soruşturma açılmasına ancak ‘istisnai’ olarak ve ‘yargısal zorunluluk’ hâllerinde başvurulduğu,

- Rektörler hakkındaki ihbar ve şikâyetler ile ilgili olarak 2547 sayılı Kanun uyarınca ilk soruşturma açmak veya ihtiyaç duyulması hâlinde Yükseköğretim Denetleme Kuruluna inceleme yaptırmak yerine, genellikle ‘işleme koymama’ mahiyetinde tutum ve davranışlar ve idari tasarruflarda bulunulduğu,

- Söz konusu uygulamaların yaygın bir şekilde kullanıldığının ilk soruşturma sayıları ile Başkanlık Kararlarına ilişkin sayıların mukayesesinden net bir şekilde anlaşıldığı,

- Örnek olay incelemelerinin de gösterdiği üzere, soyut ve genel nitelikte olmayan, kişi veya olay belirtilen ve ciddi bulgu ve belgelere dayanan ihbar veya şikâyetlerin; Başkanlık Kararları uygulaması ile doğrudan doğruya veya yürütülen bir takım idari bilgi alma mekanizmalarıyla elde edilen verilerle yetinilerek ‘soruşturma açılmasına gerek olmadığına’ karar verilip sonuçsuz bırakıldığı,

Muhbir ve şikâyetçinin kimliği gizlenmeksizin, ihbar ve şikâyet konusu iddiaların idari araştırma kapsamında haklarında ihbar ve şikâyette bulunulan
kişilere/rektörlere/üniversitelere gönderilmesi suretiyle muhbir ve şikâyetçilerin kimlik bilgilerinin ifşa edilmesi biçiminde hukuka aykırı işlemler yapıldığı? tespit edilmiştir.”

ÜNİVERSİTELER YOLSUZLUĞA ELVERİŞLİ ÇEVRE OLDU


Raporun “nihai sonuçlar” bölümünde, “ ‘Devletin üniversiteler üzerindeki gözetim ve denetimi’ gerek denetim ve ceza soruşturması ile ilgili mevzuat alt yapısındaki eksiklikler gerekse Yükseköğretim Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve Yükseköğretim Denetleme Kurulunun uygulamaları nedeniyle Devlet adına icra edilen bir kamu hizmeti olma niteliğini tamamıyla kaybetmiştir” iddiasında bulunuldu.

“Nihai sonuçlara” şöyle devam edildi:

“Başka bir deyişle, gerek Yükseköğretim Denetleme Kurulunun mevcut yapısal sorunları ve denetim uygulamalarındaki eksiklikleri/hataları gerekse ihbar ve şikâyetler hakkında YÖK Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve üniversite rektörlerinin hukuka aykırı uygulamaları Anayasa ile öngörülen denetim olgusunun tamamıyla işlevselliğini yitirmesine yol açmıştır.

Bu husus, özellikle yükseköğretim kurum ve üst kuruluşlarının yöneticilerinin hesap verilebilirlik ile ilgili algılamalarının değişmesine neden olmuş ve böylece yükseköğretim alanı yolsuzluk ve usulsüzlüğün önlenememesine/artmasına elverişli bir ‘çevre’ hâline gelmiştir. Bu nedenle, oluşan ‘denetim açığı’ kendisini besleyen ve bu açığı kronikleştiren bir yapıya dönüşmüş görünmektedir.”

Cumhurbaşkanlığı DDK, yükseköğretim alanında denetim açığının giderilmesi için Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun yeniden yapılandırılmasını istedi. Yapılacak düzenlemeler arasında diğer kuruluşlardan denetim elemanı alınması da önerildi.

DDK derneklere izinsiz üye olan öğretim elemanlarına disiplin cezası öngören Yönetmelik düzenlemesinin kaldırılmasını da istedi.

YÖK YÖNETİMİNDEN KUŞKU İFADE EDİLDİ

Cumhurbaşkanlığı DDK, YÖK Başkanları ile ilgili olarak YÖK Genel Kurulu tarafından yapılan iş ve işlemlerin incelenmesi esnasında, Genel Kurul kararlarının alınması ve defterlere kaydedilmesi ile ilgili bazı uygulamaların dikkati çektiğini bildirdi. Raporda “Mevcut uygulamada hem Yüksek Disiplin Kurulu Karar defterlerinde hem de Genel Kurul kararlarında, birden fazla sayfa hâlindeki kararların her sayfası üyeler tarafından imzalanmamaktadır. Söz konusu kararların sadece son sayfalarının üyeler tarafından imzalanması ile yetinilmektedir. Alınan kararlarda ise birden fazla kararın aynı belgede yer aldığı ve belgelerin birden fazla sayfadan oluştuğu görülmüştür. Bu itibarla, son sayfanın imzalanmasıyla yetinilmesi şeklinde uygulanan mevcut yöntemin, söz konusu karar ve defterlerin üzerinde sonradan kolayca değişiklik yapılabilecek bir zemini hazırladığının ifade edilmesi gerekmektedir” iddiasında bulundu.

Yükseköğretim alanında önemli ve ciddi bir denetim açığının/boşluğunun belirlendiğini kaydeden DDK “Söz konusu denetim açığının oluşmasında, mevzuat alt yapısında belirlenen belirsizlikler/eksiklikler ile örgütsel yapılardaki yetersizliklerin/verimsizliklerin yanı sıra Yükseköğretim Kuruluna hâkim olan yönetim anlayışlarının da önemli bir etkisinin olduğu anlaşılmıştır” iddiasını dile getirdi.

Rapor mevzuat değişikliği gerektiren hususların değerlendirilmesi için Maliye Bakanlığı’na ve YÖK tarafından yapılması gereken teftiş, inceleme, soruşturma ve diğer idari işlemlerin yapılmasının temini için Başbakanlığa gönderildi.


ANKA Yayın Tarihi : 29 Aralık 2009 Salı 15:40:26

ARAMA İŞLEMİ DEVAM EDİYOR

Ülkemizde bir anda bütün dertler unutulup tek bir konuya odaklanabiliyoruz. gündemimizdeki yeni konu Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında yapılan arama. Aramanın sonucu merakla bekleniyor. Fakat bu bekleme gerçekleşirken soruşturmanın gizliliği de delik deşik edilmeye devam ediyor. Habercilerin bu konudaki çabaları malum. Bir de MGK dan Bülent Arınç' a yönelik suikast iddiasına ilişkin bir açıklama beklenmesi de çok ilginç doğrusu. Yargı sürecinde olan bir işlem hakkında yorum yapılması erkler ayrılığı ilkesine ters bir durumdur. Bu yüzden yargıya güvenmek en doğru seçim olacaktır. Ayrıca aramalrın uzun sürmesinin nedeni TSK nın yaptığı açıklamada mevcuttur. Açıklamayı size sunuyorum:

TARİH : 29 Aralık 2009

SAAT : 10:07

NO : BN - 134 / 09


1. Yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında 26 Aralık 2009 günü içeriği Devlet sırrı niteliğindeki belgeleri kapsayan bölümde başlatılan arama faaliyeti, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 125'inci maddesi uyarınca ilgili Hakim tarafından bizzat yapılmaktadır.

2. Tek Hakim tarafından yapılmakta olan bu inceleme sürecinde, doğal olarak dinlenme ve idari işler için aralar verilmekte, bu nedenle inceleme süresi uzamaktadır.

3. Tamamen yasal çerçeve kapsamında yürütülmekte olan bu incelemenin bir müddet daha devam edebileceği anlaşılmaktadır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

28 Aralık 2009 Pazartesi

TÜRKİYE EURO 2016 YA ADAY OLDU

2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için UEFA tarafından belirlenen resmi başvuru süresi sona ererken, Türkiye, İtalya ve Fransa'nın ayrı olarak, Norveç ile İsveç'in ise ortak adaylık başvurusu yaptıkları bildirildi.

Futbol Federasyonu'ndan yapılan açıklamada, 24 takımlı ilk Avrupa Şampiyonası finalleri olacak Euro 2016'yı düzenlemek için, 4 adayın resmi başvuruda bulunduğu kaydedilerek, şu ifadelere yer verildi:
''Türkiye, İtalya, Fransa tek başına aday olurken, Norveç ve İsveç ortak adaylık başvurusunda bulundu.

Adaylık ile ilgili ikinci süreç 3 Nisan'da başlayacak. Aday ülkeler, resmi adaylık dosyalarını 15 Şubat 2010'a kadar hazırlayıp UEFA'ya sunacak. UEFA'nın da dosyaları inceleyerek EURO 2016'yı düzenleyecek ülke ya da ülkeleri 27 Mayıs 2010'da açıklaması bekleniyor. Euro 2016'yı düzenleyecek ülkeden, belirlenen kriterlere uyan 9 stadı hazırlaması isteniyor.''

1990 Dünya Kupası'nı düzenleyen İtalya, ülkedeki holigan sorunu ve eskimiş statlar nedeniyle 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası ev sahipliğini, Ukrayna ve Polonya'ya kaptırmıştı. Fransa da ev sahipliği yaptığı 1998 Dünya Kupası'nda şampiyon da olmuştu.

İsveç 1958 Dünya Kupası ve 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı organize ederken, Norveç şimdiye dek herhangi bir uluslararası futbol turnuvasına ev sahipliği yapmadı.
Konuyla ilgili Fenerbahçe resmi internet sitesinden bir açıklama yaptı:

Türkiye, Euro 2016'ya aday oldu; TFF 2009 UEFA Finali'nin oynandığı Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu'nu aday stadyumlar arasında göstermedi!


EURO 2016 adaylık başvurusu çerçevesinde, TFF'nin organizasyon logosunun tanıtıldığı ve maçların oynanacağı statların açıklandığı toplantı, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilmiştir. Organizasyonun gerçekleştirileceği stadyumlar arasında 2009 UEFA Kupası Finali'ne ev sahipliği yapmış, ülkemizin en modern ve en güzel stadyumu olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun yer almaması bizleri son derece şaşırtmıştır.



Üzülerek ifade etmek isteriz ki, bu durum, bugünkü TFF'nin yönetim anlayışının geldiği noktanın kamuoyu tarafından anlaşılması bakımından son derece iyi bir örnektir. Bu kararın alınmasında yoğun çabaları olduğunu bildiğimiz, TFF Genel Sekreteri Ahmet Güvener'in ve Genel Sekreter Vekili Orhan Gorbon'un profesyonel yöneticiler olarak, kulübümüze karşı asla tarafsız olamayacakları bu karar ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Önce ulusal basına, kasıtlı olarak stadımızın çevresinde otopark sorunu olduğu şeklinde haberler sızdırılmış, bu şekildeki haberler hemen sonrasında TFF tarafından yalanlanmış ve sonuçta kamuoyu geçtiğimiz hafta açıklanan karara hazırlanmıştır. Bugün proje ve çizim safhasında olan (aday) stadyumların, EURO 2016'ya hazır olacağına inananların, stadımızın çevresindeki bugünkü otopark sorununun 2016'ya kadar çözülemeyeceği gerekçesi ile aldıkları karar ciddiyetten ve objektiflikte uzaktır. Bunun da ötesinde, TFF tarafından alınan karar, 2009 UEFA Kupası Finali'nin stadımızda oynanmasına karar veren UEFA'nın stadımızın yeterliliği konusunda aldığı kararın inkarı niteliğindedir. TFF Başkanı Sayın Özgener tanıtım konuşmasında, "Türkiye'nin son olarak, 2009 UEFA Kupası Finali'ni düzenleyerek uluslararası organizasyonlardaki rüştünü ispat ettiğini" söylemiş, ancak ne var ki TFF'nin rüştünü ispat ettiği final maçının oynandığı stadyum olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu, EURO 2016 Finalleri'nin oynanacağı stadyumlar arasına girememiştir. Bu durum karşısında bizler, TFF'nin rüştünü ispat ettiğine ilişkin TFF Başkanının iddialı açıklamalarına şüpheyle bakmaktayız. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu açık çelişki üzerine her vesileyle stadımıza olan beğenisini açıklayan başta Sayın M. Platini olmak üzere UEFA yetkilileri de TFF'nin rüştünü ispat ettiğine dair, Sayın Başkanın açıklamasına itibar etmeyeceklerdir.



TFF'nin adaylık başvurusunun değerlendirileceği, Mayıs 2010 tarihinde UEFA tarafından başvurunun kabul edilmesi halinde ve ancak bu tarihte başlansa bile en geç 2016 yılında stadımızın çevresindeki otopark sorunu kalıcı olarak kolaylıkla çözülebilecek bir durumken, bugün mevcut çevresel durum, stadımızın EURO 2016'da ev sahipliği yapacak stadyumlar arasında olmamasına gerekçe olarak gösterilmiştir. Hal böyleyken henüz tek bir kazma vurulmamış stadyumların EURO 2016'ya hazırlanmasının bir sorun olarak görülmemesi ise tam bir çelişkidir.


Spor kamuoyu, konuyla alakalı olarak aşağıdaki soruların cevaplarını öğrenme hakkına sahiptir.


-Organizasyona ev sahipliği yapacak şehir ve stadyumların, organizasyon komitesi tarafından belirlenmesinde hangi kriterler etkili olmuştur? Stat ve şehir seçiminde dikkate alınan yegane kriter büyük oranda seçilen stat ve şehirlerin TFF Yönetim Kurulu Başkan ve Üyelerinin yaşadıkları şehirler olmaları mıdır?

***

-En az seçilen şehirler kadar potansiyelleri olan Trabzon, Ş.Urfa, Diyarbakır gibi şehirler böyle bir organizasyon için ev sahipliği yapmaya neden layık görülmemiştir.? Bunun herkesçe kabul edilebilecek mantıklı bir izahı var mıdır? Bu iller, 2016'ya kadar hangi kriterleri sağlayamayacağı düşüncesiyle bu organizasyon çerçevesinde yer bulamamıştır?


***


-Bu şehirler arasında yedek şehirler varsa, yedek olarak düşünülen şehirleri esas şehirlerinden ayıran ince kriter nedir? Bu yedek şehirler, esas şehirler kadar organizasyonu yapma yeterliliğine sahip olarak görülüyorsa neden yedekte tutularak organizasyonun ülkemizin bir bölümünde toplanmasına karar verilmiştir? Bu durum, organizasyonun alınması halinde büyük yatırım olanaklarına kavuşacak aday şehirlerin seçiminde TFF Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerinin ne denli etkili olduklarını göstermez mi?

***


-Asya ve Avrupa kıtaları arasında uzanan İstanbul, ev sahibi adayı olduğu her organizasyonunda "kıtaları birleştiren şehir" imajı ile ön plana çıkmış ve bu güçlü yönü ile aday olduğu her organizasyonda ev sahipliğine seçilmişken, İstanbul'un Asya kıtasında bulunan parçasının ve bu parçasında mevcut potansiyelin EURO 2016 organizasyonu dışında tutulmasının akla sığan bir izahı var mıdır?

***

-Organizasyonun dışında kalan bu büyük alanın kapasitesi ve potansiyeli diğer aday şehirlerin toplamından daha büyük değil midir? Bu durum hangi objektif gerekçe ile komite tarafından göremezden gelinmiştir?

***

-Avantajlar ve dezavantajlar bir arada değerlendirildiğinde, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun bu organizasyonun Türkiye'ye alınmasına ve başarılı ile organize edilmesine sağlayacağı büyük fayda nasıl olmuş da göz ardı edilmiştir?

***

-Organizasyon komitesinin, adaylık sürecindeki bütçesi nedir? EURO 2008 ve EURO 2012 adaylık süreçlerindeki bütçeler ile kıyaslanırsa EURO 2016 adaylık bütçesi EURO 2008 ve EURO 2012'nin adaylık bütçesinin kaç katı olmuştur?

***

-EURO 2016 Organizasyon komitesinin içinde bulunan Sayın Ahmet Güvener ve Sayın Orhan Gorbon, stadyum inşaatı ve renovasyon projeleri ile spor organizasyon, danışmanlık, araştırma, inceleme konularında faaliyet gösteren bir büyük yabancı şirketin Türkiye Temsilciliğinde bulunmuşlar mıdır? Halen bu temsilcilikleri faaliyette midir? Bu temsilcilikleri üzerinden TFF'ye herhangi bir iş yapmışlar mıdır?

***

-2009 UEFA Kupası Finali'nin organizasyonu işi, Sayın Ahmet Güvener'in TFF Genel Sekreteri olduğu dönemde, başka bir teklif alınmaksızın, TFF tarafından, dışarıdan Sayın Orhan Gorbon'un sahibi olduğu bir şirkete verilmiştir. Bu şirketin, başka bir teklif alınmaksızın, bu önemli işi almasını sağlayan üstün yönü nedir? Sayın Orhan Gorbon'un bu şirketine, TFF tarafından söz konusu organizasyon ile ilgili ne kadar ücret ödenmiştir?

***

-EURO 2016 Organizasyonu kapsamında yapılması planlanan stadyumların, mimari konsept proje işi için teklif veren şirketlerin arasında Sayın Ahmet Güvener ve Sayın Orhan Gorbon'un halen Türkiye temsilcisi oldukları şirkette var mıdır? Bu şirketin verdiği teklifin tutarı nedir? Söz konusu iş, bu şirketin teklifinin şüpheli görülmesi üzerine çok daha düşük bir fiyatla başka bir şirkete verilmiş midir?


***

-EURO 2016 için büyük ölçüde yeni bir mimari uygulama ya da yenilemeye ihtiyaç bulunmayan, "Hazır bir stadyum durumunda" olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun EURO 2016 için düşünülmemesinde bu durumun herhangi bir etkisi olmuş mudur?

Yetkililerden, kamuoyunun aydınlatılması adına bu soruların cevaplanmasını bekliyoruz.



Fenerbahçe Spor Kulübü

26 Aralık 2009 Cumartesi

2010 YILI AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ AÇIKLANDI

GENEL HÜKÜMLER

Konu ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bütün hukuki yardımlarda avukat ile iş sahipleri arasında geçerli ücret sözleşmesi yapılmamış olan veya avukatlık ücretinin kanun gereği karşı tarafa yükletilmesi gereken durumlarda, Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır. Bu Tarifede belirlenen ücretlerin altında avukatlık ücreti kararlaştırılamaz. Aksine yapılan sözleşmelerin ücrete ilişkin hükümleri geçersiz olup, ücrete ilişkin olarak bu Tarife hükümleri uygulanır.

Avukatlık ücretinin kapsadığı işler

MADDE 2 – (1) Bu Tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır. Avukat tarafından takip edilen dava veya işle ilgili olarak düzenlenen dilekçe ve yapılan diğer işlemler ayrı ücreti gerektirmez. Hükümlerin tavzihine ilişkin istemlerin ret veya kabulü halinde de avukatlık ücretine hükmedilemez.

(2) Buna karşılık, icra takipleriyle, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay’da temyizen ve bölge idare ve bölge adliye mahkemelerinde itirazen görülen işlerin duruşmaları ayrı ücreti gerektirir.

Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti

MADDE 3 – (1) Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.

(2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur.

Birden çok avukat ile temsil

MADDE 4 – (1) Aynı hukuki yardımın birden çok avukat tarafından yapılması durumunda, karşı tarafa bir avukatlık ücretinden fazlası yükletilemez.

Ücretin tümünü hak etme

MADDE 5 – (1) Hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır.

Davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulhte ücret

MADDE 6 – (1) Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh nedenleriyle; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonra giderilirse tamamına hükmolunur.

Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret

MADDE 7 – (1) Görevsizlik, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce karar verilmesi durumunda, Tarifede yazılı ücretin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonraki aşamada ise tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti ikinci kısmın ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez.

(2) Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur.

(3) Kanunlar gereği gönderme, yeni mahkemeler kurulması, işbölümü itirazı nedeniyle verilen gönderme kararları nedeniyle görevsizlik, gönderme veya yetkisizlik kararı verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmedilmez.

Karşılık davada, davaların birleştirilmesinde ve ayrılmasında ücret

MADDE 8 – (1) Bir davanın takibi sırasında karşılık dava açılması, başka bir davanın bu davayla birleştirilmesi veya davaların ayrılması durumunda, her dava için ayrı ücrete hükmolunur.

Nafaka, kira tespiti ve tahliye davalarında ücret

MADDE 9 – (1) Tahliye davalarında bir yıllık kira bedeli tutarı, kira tespiti ve nafaka davalarında tespit olunan kira bedeli farkının veya hükmolunan nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden Tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak miktarın tamamı, vekalet ücreti olarak hükmolunur. Bu miktarlar, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde davanın görüldüğü mahkemeye göre belirlenmiş bulunan ücretten az olamaz.

(2) Nafaka davalarında reddedilen kısım için avukatlık ücretine hükmedilemez.

Manevi tazminat davalarında ücret

MADDE 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.

(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.

(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir.

İcra ve iflas müdürlükleri ile icra mahkemelerinde ücret

MADDE 11 – (1) İcra ve İflas Müdürlüklerindeki hukuki yardımlara ilişkin avukatlık ücreti, takip sonuçlanıncaya kadar yapılan bütün işlemlerin karşılığıdır. Konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, bu Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Aciz belgesi alınması, takibi sonuçlandıran işlemlerden sayılır. Bu durumda avukata tam ücret ödenir.

(3) İcra mahkemelerinde duruşma yapılırsa Tarife gereğince ayrıca avukatlık ücreti hükmedilir. Şu kadar ki bu ücret, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün iki ve üç sıra numaralarında gösterilen iş ve davalarla ilgili hukuki yardımlara ilişkin olup, Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenecek avukatlık ücreti bu sıra numaralarında yazılı miktarları geçemez.

(4) Tahliyeye ilişkin icra takiplerinde bir yıllık kira bedeli tutarı, Nafakaya ilişkin icra takiplerinde nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden, icra mahkemelerinde açılan istihkak davalarında üçüncü kısım gereğince hesaplanacak ücretlere hükmolunur.

(5) Borçlu itiraz süresi içerisinde borcunu öderse tarifeye göre belirlenecek ücretin dörtte üçü takdir edilir. Maktu ücreti gerektiren işlerde de bu hüküm uygulanır.

(6) İtiraz üzerine duran icra takiplerine ilişkin alacaklı tarafından icra mahkemesi veya diğer mahkemelerde itiraza konu duran işlem aleyhine dava açılması ve bu davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde borçlu lehine itiraz ile duran icra dosyasındaki vekil işlemi sebebiyle bu Tarifenin ikinci kısım, ikinci bölümünün (1.) bendine göre ayrıca vekalet ücretine hükmolunur.

Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret

MADDE 12 – (1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Belirlenen bu ücret Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre tespit edilen ücretten az olamaz.

Ceza davalarında ücret

MADDE 13 – (1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine Tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir.

(2) Ceza hükmü taşıyan özel yasa, tüzük ve kararnamelere göre yalnız para cezasına hükmolunan davalarda tarifeye göre belirlenecek avukatlık ücreti hükmolunan para cezası tutarını geçemez.

(3) CMK 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz.

(4) Çocuk mahkemelerinde görülen davalarda, asliye ceza; çocuk ağır ceza mahkemelerinde görülen davalarda da ağır ceza mahkemeleri için Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde öngörülen maktu ücretlere ilişkin hükümler uygulanır.

(5) Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.

Danıştay’da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret

MADDE 14 – (1) Danıştay’da ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idari ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde davaya cevap verme sürelerinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedilir.

(2) Şu kadar ki, dilekçelerin görevli mercie gönderilmesine veya dilekçenin reddine karar verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmolunmaz.

(3) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülen dava ve işlerde de yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümler uygulanır.

Uzlaşma tutanağının hazırlanmasında ücret

MADDE 15 – (1) Avukatlık Kanununun 35/A maddesinde sözü edilen uzlaşma tutanağının hazırlanmasında, konusu itibarıyla görevli mahkemeler için, bu Tarifenin ilgili kısımlarında belirlenen ücretin 1/2 si uygulanır.

Tahkimde ücret

MADDE 16 – (1) Hakem önünde yapılan her türlü hukuki yardımlarda da bu Tarife hükümleri uygulanır.

İş takibinde ücret

MADDE 17 – (1) Bu Tarifeye göre iş takibi; yargı yetkisinin kullanılması ile ilgisi bulunmayan iş ve işlemlerin yapılabilmesi için, iş sahibi veya temsilci tarafından yerine getirilmesi kanunlara göre zorunlu olan iş ve işlemlerdir.

(2) Tarifede yazılı iş takibi ücreti bir veya birden çok resmi daire, kurum veya kuruluşça yapılan çeşitli işlemleri içine alsa bile, o işin sonuçlanmasına kadar yapılan bütün hukuki yardımların karşılığıdır.

Dava vekili ve dava takipçileri eliyle takip olunan işlerde ücret

MADDE 18 – (1) Dava vekilleri tarafından takip olunan dava ve işlerde de bu Tarife uygulanır.

(2) Dava takipçileri tarafından takip olunan dava ve işlerde bu Tarifede belirtilen ücretin 1/4 ü uygulanır.

Tarifede yazılı olmayan işlerde ücret

MADDE 19 – (1) Tarifede yazılı olmayan hukuki yardımlar için, işin niteliği göz önünde tutularak, Tarifedeki benzeri işlere göre ücret belirlenir.

Uygulanacak tarife

MADDE 20 – (1) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.

Yürürlük

MADDE 21 – (1) Bu Tarife yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

AVUKATLIK ÜCRET TARİFESİ

BİRİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Dava ve Takiplerin Dışındaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret

1. Büroda sözlü danışma (ilk bir saate kadar) 140,00 TL

takip eden her saat için 70,00 TL

2. Çağrı üzerine gidilen yerde sözlü danışma (ilk bir saate kadar) 275,00 TL

takip eden her saat için 140,00 TL

3. Yazılı danışma için 275,00 TL

4. Her türlü dilekçe yazılması, ihbarname, ihtarname, protesto

düzenlenmesinde 175.00 TL

5. Sözleşmeler ve benzeri belgelerin hazırlanması

a) Kira sözleşmesi ve benzeri 275,00 TL

b) Tüzük, yönetmelik, miras sözleşmesi, vasiyetname, vakıf senedi ve

benzeri belgelerin hazırlanması 825,00 TL

c) Şirket ana sözleşmesi, şirketlerin devir ve birleşmesi vb. ticari işlerle

ilgili sözleşmeler 825,00 TL

İKİNCİ BÖLÜM

İş Takibi Konusundaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret

1. Bir durumun belgelendirilmesi, ödeme aşamasındaki paranın tahsili

veya bir belgenin örneğinin çıkarılması gibi işlerin takibi için 200,00 TL

2. Bir hakkın doğumu, tespiti, tescili, nakli, değiştirilmesi, sona erdirilmesi

veya korunması gibi amaçlarla yapılan işler için 350,00 TL

3. Tüzel kişi tacirlerin ana sözleşmelerinin onanması, bu tacirlerin çalışma

konuları ile ilgili ruhsat ve imtiyazların alınması, devri ve Türk

vatandaşlığına kabul edilme gibi işlerin takibi için 1.500,00 TL

4. Vergi uzlaşma komisyonlarında takip edilen işler için 650,00 TL

5. Uluslararası yargı yerlerinde takip edilen işlerde

a) Duruşmasız ise 3.000,00 TL

b) Duruşmalı ise 5.000,00 TL

c) Konusu para olan işlerde ise ücret Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Avukatlık Kanununun 35 inci Maddesi Gereğince Bulundurulması Zorunlu Sözleşmeli

Avukatlara Aylık Ödenecek Ücret

1. Yapı kooperatiflerinde 500,00 TL

2. Anonim şirketlerde 850,00 TL

Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1. Kamu Kurum ve Kuruluşlarıyla Özel Kişi ve Tüzel Kişilerin Sözleşmeli

Avukatlarına Ödeyecekleri Aylık Avukatlık Ücreti 850,00 TL

Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.

İKİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. Görülmekte olan bir dava içinde olmamak koşulu ile ihtiyati haciz, ihtiyati

tedbir, delillerin tespiti, icranın geri bırakılması, ödeme ve tevdi yeri

belirlenmesi işleri için:

a) Duruşmasız ise 175,00 TL

b) Duruşmalı ise 250,00 TL

2. Ortaklığın giderilmesi için satış memurluğunda yapılacak işlerin

takibi için 350,00 TL

3. Ortaklığın giderilmesi ve taksim davaları için 750,00 TL

4. Vergi Mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için

c) Duruşmasız ise 500,00 TL

d) Duruşmalı ise 750,00 TL

İKİNCİ BÖLÜM

Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. İcra Dairelerinde yapılan takipler için 160,00 TL

2. İcra Mahkemelerinde takip edilen işler için 175,00 TL

3. İcra Mahkemelerinde takip edilen dava ve duruşmalı işler için 330,00 TL

4. İcra Mahkemelerinde takip edilen ceza işleri için 175,00 TL

5. Ceza soruşturma evresinde takip edilen işler için 300,00 TL

6. Sulh Mahkemelerinde takip edilen davalar için 500,00 TL

7. Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için 1.000,00 TL

8. Tüketici Mahkemelerinde takip edilen davalar için 500,00 TL

9. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemelerinde takip edilen davalar için 1.500,00 TL

10. Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 2.000,00 TL

11. Çocuk Mahkemelerinde takip edilen davalar için 750,00 TL

12. Çocuk Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 2.000,00 TL

13. Askeri Mahkemelerde takip edilen davalar için 750,00 TL

14. İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için

a) Duruşmasız ise 500,00 TL

b) Duruşmalı ise 1.000,00 TL

15. Bölge Adliye Mahkemelerinde takip edilen istinaf yolu ile görülen

işlerin takipleri için

a) Bir duruşması olan işler için 500,00 TL

b) Birden fazla duruşması ve keşif gibi avukatın da bulunması gereken

sair işlemleri olan işler için 1.000,00 TL

16. Yargıtay’da ilk derecede görülen davalar için 2.000,00 TL

17. Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ilk derecede

görülen davalar için

a) Duruşmasız ise 1.000,00 TL

b) Duruşmalı ise 2.000,00 TL

18. Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay’da temyiz yolu ile

görülen işlerin duruşması için 750,00 TL

19. Uyuşmazlık Mahkemesindeki davalar için 750,00 TL

20. Anayasa Mahkemesinde görülen dava ve işler için

a) Yüce Divan sıfatı ile bakılan davalar 2.500,00 TL

b) Diğer dava ve işler 2.000,00 TL

ÜÇÜNCÜ KISIM

Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. İlk 20.000,00 TL için % 12

2. Sonra gelen 30.000,00 TL için % 11

3. Sonra gelen 50.000,00 TL için % 8

4. Sonra gelen 150.000,00 TL için % 6

5. Sonra gelen 400.000,00 TL için % 4

6. Sonra gelen 600.000,00 TL için % 3

7. Sonra gelen 1.000.000,00 TL için % 1,5

8. 2.250.000,00 TL’dan yukarısı için % 0,1

23 Aralık 2009 Çarşamba

TSK'DAN ARINÇ HAKKINDA AÇIKLAMA


Tsk'dan beklenen açıklama geldi, içeriğini paylaşacağım metinde Tsk'ya hak vermemiz gereken şeyler var. En başta "soruşturmanın gizliliğini ihlal" konusu geliyor. Özellikle basın yoluyla yapılan bu ihlal toplumu yanlış yönlendiriyor. Soruşturma evresinin gizliliği, ceza adaletinin doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine uyulması için bir zorunluluktur. Ancak herşeyden önce "masumiyet karinesi" nin sağlam tutulabilmesi için de vazgeçilmez nitelikte bir haldir. Ancak ülkemizde ve birçok ülkede yapıldığı gibi yargısız infazlar yapılmakta ve bu da insanlara gereksiz ıstıraplar vermektedir. Bu durumda da masumiyet karinesi sadece lafta kalmaktadır. Kanun metinleri sadece okunmak için değildir, bunların uygulamaya geçmesi gerekmektedir. Sözde değil özde kanunlar bekliyoruz; fakat elimiz hep boş kalıyor nedense. Sadece bu konuda değil, bunun gibi pek çok konuda kanunlar sadece metinden ibaret kalmakta...


Şimdi de tsk'nın açıklamasına bakalım:


>TSK'NIN AÇIKLAMASI

HAKİMLİK-SAVCILIK SINAVI


Sınavlardan kaçmanın imkansız olduğu bir ülkede yaşıyoruz, ne kadar "s" varsa kaçırmıyoruz. Ales, Lys, Öss, kpss... Neyse bari bizim sınavın ismini kısaltmamışlar. Hakimlik-savcılık sınavına girmek için hukuk fakültesini bitirmiş olmak yeterli; fakat o fakülteyi bitirmek büyük çaba istiyor tabiiki. Bu sınava girmek zorunda değiliz; ancak girmezsek önümüzde avukatlık tercihi kalıyor ve avukatlığın statüsünü hepimiz biliyoruz. Toplumda verdiğimiz izlenim belli, daha önceden de belirtmiştim. Üniversitede okurken sorduklarında bölümümü verdiğim cevaptan sonra aldığım tepki:

"Yalancı olacaksın he mi?"

"yok amca ben yalan söylemem"

"söyletirler yavrum söyletirler." aklıma geldikçe gülüyorum, gülmemek elde mi? Aslında ağlanacak halimize gülüyoruz, idealist geliyoruz; fakat zamanla yontuluyoruz. Şekil alıyoruz ve bir anda o statüye biz de giriyoruz. İdealist olunca da avukatlık mesleği pek sıcak gelmiyor insana, bu yüzden bu sınava yöneliyoruz. Hiçbirşeyin garantisi olmadığı gibi bu sınavın da garantisi yok yok tabiiki, sınavdan sonra bizi bekleyen karanlık bir mülakaat var. Karanlık diyorum, çünkü en düşük memurluktan tut en yüksek dereceli memurluğa kadar torpil dönüyor. Hükümet değiştikçe torpilin rengi de değişiyor, insanlar bukelemun olamayacağına göre siyasi görüşü farklı olanlar umudunu kaybediyor. Durum bundan ibaret olunca puanlar çok iyi de olsa kendine güvenemiyorsun. Dillere pilesenk olmuş "burası Türkiye" lafını söyleyip geçiştiriyorsun.

Belki birgün herkes hak ettiği makam ve mevkiyi alır da ülkemiz yaşanacak bir coğrafya olur. temenniden başka elimizden gelen birşey yok maalesef.

11 Aralık 2009 Cuma

DTP KAPATILDI


Anayasa'nın 68 ve 69. maddeleri göz önüne alınarak Dtp nin kapatılması kararı alındı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç söz konusu kararı açıkladı. Türkiye çok kritik bir dönemden geçerken böyle bir kararın alınması Türk demokrasisi ve siyasetini nasıl etkileyecek büyük bir merak konusu. Vatandaşlarımıza düşen görev tahriklere kapılmamak ve sağduyulu davranmak. Fakat kapatılma kararının alınmasından daha zor olan birşey var o da tahriklere kapılmamak. Bu kadar olay ve verdiğimiz şehitlerden sonra tahriklere kapılmamak mümkün değil. En azından elimizden geldiğince sağ duyulu olmamız gerekiyor.

Seçimlerde milletimiz bir partiye oy veriyor ve bu parti belli bir yönde siyasetini yapıyor. Bu yön kanunlara aykırı olmamak zorunda, özellikle anayasanın 68 ve 69. maddeleri gerekli düzenlemeleri yapmış olup bu düzenlemerin dikkatlice takip edilmesi gerekiyor. Fakat herkesin bildiği gibi Dtp terörizmden etkilenerek siyaset yapmaktadır. Gönül isterdiki böyle bir siyaset izlenmesin ve ülkemiz huzur içinde olsun. Fakat şu an ortada bir sonuç var ve Dtp kapatıldı. Ve herkes biliyorki Dtp nin yerine kurulacak olan parti dtp den daha güçlü ve daha radikal görüşleri olan bir parti olacak. Bu da Türkiye için daha büyük tehlikeler doğuracaktır. Her zaman söylüyorum parti kapatmak ve yasak getirmek hiç bir zaman hiç bir soruna çözüm getirmemiştir. Terör sorunu da azalmayacaktır, buna bu saatten sonra inanmak artık imkansız hale gelmiştir.

Türkiye'nin önünde bu karanlık tablo vardır, yine de iyi temennilerde bulunmak boynumuzun borcu. İnşallah Türkiye askeri baskılardan uzak, erkler ayrılığının olduğu bir demokrasi anlayışına sahip olur ve terör sorunu da çözülür...

5 Ekim 2009 Pazartesi

SAİD NURSİ KİMDİR?


Recep Tayyip Erdoğan son AKP olağan genel kurulunda Said Nursi'siz bir Türkiye düşünülemez söyleminde bulundu ve bu da Türkiye'de büyük merak uyandırdı ve tabiki ben de merak ettim ve araştırdım. Said Nursi hakkında bilgilere ulaşmam çok kolay oldu. Google a yazdım ve hemen ulaştım. Said Nursi'yle aynı dönemde yaşayan Said isimli pek çok kişi mevcut olduğunu biliyordum, fakat diğer Saidlerle karıştırılmaması (örneğin Şeyh Sait) için bu yazının okunması gerektiğini düşünüyorum. Yazı şöyle başlıyor:


Said Nursi yakın geçmişimizde yetişmiş en büyük İslam alimlerinden ve fikir adamlarındandır. 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir. Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.
Dönemin hükümeti, Said Nursi'nin üniversite ile ilgili dilekçesine ilgi göstermemiştir. Hatta İstanbul'daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuş, Bediüzzaman'ın önce akıl hastanesine daha sonra da hapishaneye gönderilmesini sağlamıştır.
Said Nursi'nin serbest bırakılmasından kısa süre sonra 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilmiş. Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekmiştir. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılanmış, ancak beraat etmiştir.
Bediüzzaman bu olaydan sonra tekrar Doğu'ya dönmüş, I. Dünya Savaşında talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katılmıştır. Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I. Dünya Savaşında Rusya'da esir düşmüş, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a gelmiştir.
İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edilmiştir. Buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırarak parasız olarak dağıtmaya başlamıştır. Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırlamış, bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep olmuştur. Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur. Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazanmış ve Ankara'ya davet edilmiştir. 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetmiştir.
Said Nursi 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'da inzivaya çekilmiş olduğu yerden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürülmüştür. Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazmıştır.
Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istemiştir. 1935 yılında ise polisler burada da çalışmalarına devam eden Said Nursi'nin oturduğu evde arama yapmış ve bütün kitaplarına el koymuştur. Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış, ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır. Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklamalarla birlikte Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatılmış, Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir.
Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.
Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya oradan da trenle Isparta'ya getirilmiştir. Risale-i Nur ile ilgili davaların Denizli'deki davayla birleştirilmesi üzerine ise Denizli'ye sevk edilmiştir. Denizli hapsi yine tecrit altında başlamış, çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Sonrasında ise 1944'te verilen beraat ve tahliye kararına rağmen, dönemin hükümeti Said Nursi'nin Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmasını emretmiştir.
Bediüzzaman burada hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alınmıştır. Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçmiştir. Bu dönemde, hukuki yollarla Bediüzzaman'ı etkisiz hale getiremeyen muhalifleri onu zehirleyerek öldürme yoluna gitmişlerdir. Hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ sürgününde gerçekleşmiştir.
Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltılmış ve böylece Kuran tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlanmıştır. Özellikle de teksir makinelerinin kullanımıyla birlikte bu çalışmalar daha da hızlanmıştır.
1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakılmıştır. Ancak Risale-i Nurlar'ın her geçen gün yaygınlaşarak insanlara ulaşması dönemin hükümetini rahatsız etmeye başlamıştır. Ocak 1948'de Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon hapishanesine gönderilmiştir. Ancak tüm bu ağır ve zor şartlara rağmen Bediüzzaman eserlerini yazmaya devam etmiştir.
Aralık 1948'de Said Nursi hakkında 20 ay ağır hapis cezası kararı verilmiş, ancak karar temyiz edilmiş ve Bediüzzaman lehine bozulmuştur. Ancak Yargıtay'ın bu kararına rağmen Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlamıştır. Hak etmediği cezanın süresini tutukluluk haliyle dolduran Said Nursi, Eylül 1949'da serbest bırakılmıştır. Fakat Ankara'dan gelen bir emirle bu sefer de Afyon'da mecburi iskana tabi tutulmuş ve Emirdağ'a ancak Aralık ayında dönebilmiştir.



>YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

3 Ekim 2009 Cumartesi

KABİLLER ÇOĞALIYOR

Habil ve Kabil'in hikayesini hepimiz az çok biliyoruz; Habil iyiliği, Kabil ise kötülüğü temsil etmektedir. Kabil, kardeşi Habil'i öldürmüş ve yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiştir. Günümüzde de cinayetler işlenmekte ve kötülükler hat safaya ulaşmaktadır. İnsanlar yaptıkları her kötülüğü mantığa bürümeye çalışmakta ve sanki işlenen cinayetlerde haklıymış izlenimi vermektedirler. Genelleme yapmak elbette doğru birşey değil fakat cinayet işleyenler haklı olduklarını düşünmese asla bunu yapmazlar. Ayrıca Türkiye'de olduğu gibi cezalar da caydırıcı değilse suç oranı artmaya devam edecektir.
İnsan hayatına karşı işlenen suçlar elbette sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde işlenebilmektedir. Fakat bizi ilgilendiren şu an için Türkiye topraklarında işlenen suçlardır. Televizyonları her açtığımızda cinayet haberleri ilk sırada yer alıyor ve giderek artıyor. Ayrıca cinayetlerin işleniş şekilleri de tüyler ürpertici haller almaya başladı. Televizyonu bugün açtığımda da bu tarz bir cinayetle karşılaştım. Bir işadamının sigorta parasını almak için işlediği cinayet, gerçekten geldiğimiz noktayı göstermektedir. Yetkililerin bir an önce caydırıcı cezalar getirmesi ve bunları uygulamaya koyması gerekiyor. Yeni Kabillerin yetişmemesi için de toplumun elinden geleni yapması ve Kabiller'e karşı önlem alması gerekiyor.

1 Ekim 2009 Perşembe

SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI ANLATAN FİLM ALMANYA'DA YAYIMLANDI


Ermeniler'in yurtdışında gerçekten de çok güçlü lobileri var, artık gücü getiren şey para olduğu için Ermeniler'in zengin olduğunu söylemeye gerek yok heralde. Soykırım kelimesininin nerden geldiğini araştırmak gerekir, ikinci dünya savaşında Alman Nazileri'nin yahudilerini katletmesinin ardından bir bilim adamı tarafından üretilen genocide kavramından gelmektedir. Dilimizde jenosit olarak da telaffuz edilen bu kavram genoce ve side kelimelerinin birleşmesinden elde edilmiştir. Bu kelime de Latincedir; genoce:halk, side:kırım anlamlarına gelmektedir. Belli bir ırk, dinsel veyahut etniksel gruba mensubiyetinden dolayı halklara karşı girişilen katletme hareketine jenosit denmektedir.

Jenosit; biyolojik, fiziksel ya da kültürel olarak gerçekleştirilebilir. Türkiye'ye isnad edilen soykırım suçunun tarihi ikinci dünya savaşı öncesidir. Ayrıca Osmanlı'nın yapmış olduğu hareket soykırım değil, bir göçe zorlama hareketi de değil yer değiştirmedir. Bu siyaset her zaman yapılmıştır, sorun çıkaran aileler zorla başka bölgeye gönderilmiştir. Ermenilere de aynı topraklar üzerinde yani Osmanlı'nın sınırları içersinde yaşama imkanı sunulmuştur, herhangi bir başka ülkeye göç etmeye zorlama söz konusu olmamıştır. Yahudilere yapılanlarla bu olayın bir tutulmasını hiç bir mantık kabul edemez.

Bütün bunlar bir yana, zamanında Ermeniler'i dikkate almamamışız ve onlara karşı her hangi bir savunma mekanizması da geliştirmediğimiz için dünya üzerinde haksız gözüken bizler olmuşuz. Osmanlıca'yı yeterince bilmeyen vekillerimizin önüne asılsız belgeler sunulmuş; bu belgelerin içinde mantığın bile kabul etmeyeceği yazılar bulunmuştur. Bir şekilde ermeniler içten içe bizlere bu isnadları kabul ettirmeye başlamıştır. Geçmişinde kara bir leke olan yahudi soykırımını unutturmaya çalışan Almanya da aşağıda bir kestitini izleyeceğimiz filmi yayınlamıştır....



YARBAY DÖNMEZ SERBEST


Ergenekon soruşturmasında önce firar eden, daha sonra ise teslim olan Yarbay Mustafa Dönmez’in evinde bulunan krokiden yola çıkılarak Ankara Yenikent’te yapılan aramalarda cephane bulunmuştu. Askeri mahkemece gözaltına alınan Dönmez serbest bırakıldı. Dönmez, söz konusu krokilerin polisler tarafından evine yerleştirildiğini iddia etmekteydi. Türk Yargı düzeni içersinde yargı birliğinin olmayışı nedeniyle tutarsız kararlar alınmaya devam edecektir. Tabii hakim ilkesine de aykırı olarak düzenlenen askeri mahkemelerin görev ve yetkileri tam anlamıyla gözden geçirilmelidir. Her zaman söylediğim gibi sadece yasaları değiştirmek bir çözüm getirmeyecektir, önemli olan değişikliklerin uygulamaya geçmesi ve fayda getirmesidir.

29 Eylül 2009 Salı

HUKUK FAKÜLTESİNDE OKUMAK


Büyük bir heyecanla başlar ilk günler, yeni arkadaşlıklar ve yeni bir ortam en önemlisi farklı bir statütüde olursunuz artık. Birisi size sorar:


"Hangi bölümde okuyorsun evladım?"


"Hukuk, amca" mütevazice


"Nerden seçtin evladım öyle bir bölümü, kalın kalın kitaplar, oku oku bitmez"


Bu tarz tepkilerle karşılaşmayan hukuk öğrencisi yoktur. Sizi biraz umutsuzluğa sevkederler, ama aldırmayın çalışınca elde edilemeyecek hiçbirşey yoktur. Okula devam zorunluluğunuz yoktur; fakat bu okula gitmemek için getirilmiş birşey değildir. Maalesef ben bu hataya düştüm, okuldan uzak kaldım ve kaybeden ben oldum. Her bölümde olduğu gibi hukukta da dersi takip etmek şarttır. Aklıma gelmişken karşılaştığım başka bir tepkiyi de paylaşmak isterim:


"hangi bölümde okuyorsun?"


"hukuk"


"yalancı olacaksın he mi?"


"yok amca ben yalan söylemem"


"söyletirler evladım söyletirler"


Bu olayı her düşündüğümde hem gülerim hem de üzülürüm. Hukukçu imajının ne halde olduğunu gözler önüne sermektedir. Yalan söylemeden de hukukçu olunabilir, ben hala bu görüşü savunuyorum. Ben bu görüşü savunsam da maalesef biliyorum ki bizim mesleğimiz özellikle avukatlık yalancılıkla özdeşleştirilmekte. Bu imajı ortadan kaldırmak imkansız. Zira Einstein da şöyle bir kelam etmiş:


"Önyargıları parçalamak bir atomu parçalamaktan zordur"


Kısaca özetlemiş halimizi. En büyük problemlerimizden biri de önyargılarımız zaten, özellikle hukukçuların önyargılı olmaması gerekir. Önyargı varsa zaten, yargılama yapmanın anlamı yoktur. Hakim önyargılı olmamalıdır, peşin hüküm vermek en büyük yanlıştır. Biz bu yanlışları istediğimiz kadar dile getirelim hiç bir çözüme ulaşamayız, ne zamanki dilimizdekileri uygulamaya geçirirsek amacımıza ulaşmış oluruz. Bu fakülteyi seçerken amaç para kazanmaksa sadece bence aracı değiştirmek gerekir. Para kazanma aracı hukuk fakültesini bitirmek olmamalıdır.

18 Eylül 2009 Cuma

GARİP BİR CİNAYET VE 197 GÜNLÜK KARABULUT


Sonunda herkesin beklediği gibi, Türkiye'nin gündemini ekonomik krizden daha çok meşgul eden Münevver Karabulut'un katili yakalandı... Artık herkesin hafızasına kazınan resimler yavaş yavaş unutulmaya başlandı. Bu çiftin resimlerini görmekten bıkmıştık maalesef. Cem-Münevver çiftnin resimlerinden bahsediyorum... Dünya üzerinde en fazla işlenen cinayetler aşk cinayetleridir, bu bilgiyi paylaşmakta fayda var çünkü herkesin tartıştığı mevzuda bir mantığa bürüme çabası var. İnsanlar en sevdiğini öldürebilir, çünkü kişi aşık olduğu kimseyi asla başkasıyla paylaşamaz ve bu olay nefrete dönüşebilir. Fakat bu denli nefret bile bu cinayeti açıklamaya yetmiyor maalesef.

Cinayet tam anlamıyla aydınlanmış değil; fail,mağdur ve fiil belli fakat faile yardım ve yataklık edenler günyüzüne çıkmadı henüz. Keşke tüm cinayetlerin üzerine aynı hasasiyetle gidilse, fakat ne yazık ki ülkemizde insan hayatına biçilen değer yetersiz. Ayrıca cezaların caydırıcı olmaması da cabası. İnsanlara cismani bir zarar vermeyen cezalardan herhangi bir kaçınma söz konusu olmamakta. Türk Ceza Kanunu'nu değiştirmek de tek başına yeterli olmayacaktır, Türkiye'nin çözmesi gereken en büyük sorun eğitimdir. İnsanlar eğitimle belirli kültür ve ahlak seviyesine ulaşırlar. Okullarımızda bizlere sadece bilgi yüklenmektedir, içimizdeki manevi boşluklar dolmadıkça ve ahlak seviyemizde yükselme olmadıkça suç işleme oranları artmaya devam edecektir.

Resimlerini koymadım, çünkü artık bu resimleri görmekten bıktık.

22 Haziran 2009 Pazartesi

HUKUK VE TOPLUM


Bugünlerde artan suç oranları gösteriyor ki kanunlarımızın getirdiği yaptırımlar yeterli olmamakta; hafifletici nedenlerden faydalanan suçlular az bir cezayla kurtulmakta. Bu da suç oranının artmasına neden oluyor. Fakat asıl önemli nokta toplumdaki eğitim eksikliği ve buna paralel olarak olarak işlenen suçlar. İstediğimiz kadar kanun çıkaralım, buna uyulmadıktan sonra kağıt üzerinde kalan kanunların hiç bir fayda getirmeyeceği aşikardır; kanunların toplum için ne kadar önemli olduğu, uyulmadığı takdirde cezanın kaçınılmaz olduğu toplumca benimsenmelidir. Sadece cezadan kaçınmak için değil, aynı zamanda ahlak bunu gerektirdiği için suç işlenmemesi gerekliliği de benimsenmelidir. Bilindiği üzere ahlaka aykırı her fiil suç değildir, ancak her suç ahlaka aykırılık teşkil etmektedir. Bu bilinç yerleşmelidir.

Bütün bunlar bir yana yasak getirmek ve kanun çıkarmak yeterli değildir, bunu son günlerde ortaya çıkan internet siteleriin yasaklanmasını örnek gösterebiliriz. pek çok internet sitesi yasaklanabiliyor, ancak bu sitelere ulaşmanın bir yolunu bulan yurdum insanı yine de sitelere ulaşabiliyor. Ayrıca Atatürk'e hakaret gerekçesiyle bir site kapatılıyor ve bu site tüm dünyaca kabul görmüş bir site siz bu siteyi yasaklıyorsunuz, toplumda Atatürk'e olan sevgi ve bağımlılık varsa zaten yasaklamanın bir anlamı olmaz benim kanaatime göre. Çünkü toplumda o bilinç yerleştyise zaten yasak getirmeye gerek kalmaz tepkimizi sonuna kadar gösteririz. Fakat tepki siteyi kapatarak değil, siteye yorum yazılarak getirilir, yeterince bilinç oluştuysa zaten o sitede o video izlenmez. Bu sadece bir örnek aslında bu ve buna benzer pek çok örnek var bizdeki yasakçı zihniyete...

Benim bizzat şahit olduğum konuşmalar var, bazı insanlar hapishanede yiyecek ekmeğim olur diyerek suç işliyor ve bunların sayısı hiç de az değil. Elbette hapishane koşulları iyi olmalı; fakat hapishaneler rahat etme yeri değil ceza çekme yeri. Yine kamuoyunda bir araştırma yapılsa hapishanelerin rahat ortamlar olduğu yönünde bir kanaat olduğu herkes tarafından görülecektir. Ceza hukuku alanında bir reform yapılması gerekliliği, ceza kanunumuzun salt AB uyum programı şeklinde değil de hem AB ye hem de ülkemize göre bir ayarlama yapılması gerekliliği anlaşılmaktadır. Ayrıca getirilen kanunların toplumun her kesimince kabul görmesi ve her kesime eşit bir şekilde uygulanması, kanunların sadece kağıt üzerinde kalmaması gerekmektedir. Bu yöneticilerinde yönetilenler gibi hukuk kurallarına uyduğu hukuk devletinin gereğidir. Bunun sağlayıcısı sadece hukukçular değildir, hukuk bilincini aşılayan eğitimciler, kanun koyan yöneticiler ve bireyleri yetiştiren ailelerdir.

22 Nisan 2009 Çarşamba

1 MAYIS TATİL


1 Mayıs tatil ilan edildi, nihayet meclisten böyle bir karar çıktı ve az olan tatil günlerimize bir yenisi eklendi. EMEK VE DAYANIŞMA GÜNÜ ilan edilen bugün inşallah farklı amaçlar için kullanılmaz, çünkü geçmişte işçi ve emekçi adına yapılanları tüm türkiye gördü. Maksatlar dayak yemek ve kaos ortamı oluşturmak olunca emekçinin hakları geri planda kalıyor. Bugünün güzellikler içinde geçmesi temennisiyle...

7 Nisan 2009 Salı

AVUKATLIK VE NOTERLİK HUKUKU


Sınav zamanı kanun derdine düştük ve hiçbir kitapçıda bu kanunu bulamadık. Evet Avukatlık Kanunundan bahsediyorum. Ben de netten araştırdım ve buldum, ertesi gün ise bir arkadaş sağolsun bir kitapçıda olduğunu söyledi. Biz de gittik ve kanunu aldık. Eve geldiğimde ilk işim bilgisayardaki metinle kanun metnini karşılaştırmak oldu. Arasında hiç bir fark yoktu, hatta imla hataları bile aynı. Siz de bu kanunu bulamadıysanız Türkiye Barolar Birliği'nin sitesinden bu kanuna rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Bir de mesleğimiz hakkında biraz olsun mezun olmadan bilgimiz olsun istiyorsanız bu kanunu okumanızı tavsiye ederim. Aşağıdaki linktn kanuna ulaşabilirsiniz.

25 Şubat 2009 Çarşamba

BİLİŞİM HUKUKU


İnsanlık, tarihi süreç içinde, medeniyet kurmak, kurduğu medeniyetleri geliştirmek, karşılaştığı problemleri kolaylıkla çözebilmek, kendini korumak, güç sahibi olabilmek için teknolojiyi sürekli geliştirmeye ve dönemine ait en yüksek teknolojiye sahip olmaya çalışmıştır. Günümüzde teknolojinin geldiği nokta; yaratıcısı olan insanoğlunu bile hayrete düşürür ve başını döndürür hale gelmiştir. Yüksek hızlı bilgisayar teknolojisi, internet, televizyon, ATM makineleri, cep telefonu, uydu teknolojisi, dijital kayıt sistemleri, robotlar, lazer teknolojisi artık hayatımızın vazgeçilmeleri olmaktadır. İnternetin doğuşu ve hızla tüm dünya üzerinde yayılması, birçok kavramın yeniden tartışılması ihtiyacını doğurmuştur. İnternet, daha önceki medyaların birçok imkânlarını kapsayan yeni bir medya olarak sanal dünyanın temelini oluşturmuş ve yeni bin yıla damgasını vuran bir yaşam biçimine dönüşmüştür. Bu teknolojik ve sosyal değişimin etkisiyle dünya çok boyutlu, köklü, dinamik bir değişim sürecinden geçmektedir.İnternet aracılığı ile işlenen suçlarla mücadele, internetin ve kullanıcılarının yapısı nedeniyle oldukça güçtür. İnternet suçlarıyla mücadele edebilmek için; bilinçli kullanıcı, mücadelede uzman eğitimli kişiler, yasal mevzuat, mücadelede uluslararası uyum ve işbirliği, yeterli donanım ve teknik altyapı gereklidir. İnternet suçlarıyla mücadelede ele alınması gereken ilk basamak, önleyici güvenlik hizmeti olan suç oluşumunu önlemek ve ayrıca suçun nitelik veya niceliğini azaltabilmektir. Bu noktada en önemli husus; internet kullanıcılarının yeterli güvenliği sağlama konusunda takındıkları tavırdır. İnternet suçlarının artmasında ve daha önce adli suç işlememiş kişilerin internet aracılığıyla suç işler hale gelmesinde suç işlemenin kolaylaşmasının yanı sıra, kullanıcıların internet üzerinden gerçekleştirilen eylemlerin herhangi yasal bir yükümlülüğünün ve herhangi bir yasal düzenlemenin olmadığına dair yanlış bir yargının bulunmasıdır. Ayrıca bu suçları işleyenler arasında, yaptıklarının suç olup olmadığını bilmeyen veya düşünmeyen, sadece bilinmezin, ulaşılmazın büyüsüne kendini kaptırmış, ama eylemleri çok derin hasarlar bırakan, büyük bölümü çocuk yaşta binlerce insan vardır. İnternet suçları ile mücadele konusunda ülkemizde kısmi eksiklikler bulunmasına rağmen işlenen fiillerin büyük bölümünün hukuki karşılığı bulunmaktadır. Son zamanlarda tüm dünyada bilişim suçlarında meydana gelen artış, Ülkemizde de etkisini göstermektedir. Özellikle banka ve kredi kartı dolandırıcılığı şekliyle karşımıza çıkan bilişim suçlarıyla mücadelede Emniyet Teşkilatımız profesyonellik çerçevesinde faaliyetlerini sürdürmektedir.Bilişim Suçları alanında Ülkemiz başta olmak üzere Dünya genelinde en sık karşılaşılan suç türleri aşağıdaki gibidir.ş İnternet Banka Dolandırıcılığış Banka ve Kredi Kart Dolandırıcılıklarış BOTNET saldırılarış Bilgisayar Korsanlığı (Bilişim sistemine girme, engelleme, değiştirme, verileri yok etmek vs.)İnteraktif bankacılık dolandırıcılığı suçlarını işleyen şahısların kullandığı yöntemler zamana göre farklılık göstermesine rağmen; temelde kullanıcıyı aldatmaya yönelik olanlar ön plana çıkmaktadır. Bu yöntemler; bankaların internet sayfalarının taklit edilmesi (phising), sahte e-posta bildirimleri, cep telefonlarına gönderilen mesajlar (smishing) ya da banka operatörü (vishing) gibi müşterileri arayan dolandırıcıların bankacılık işlemleri için gereken kişisel bilgiler ile hesap ve kredi kartlarına ait bilgilerin çalınması biçiminde karşımıza çıkmaktadır.Banka ve Kredi kartı dolandırıcılığı suçunda ise en yaygın olarak uygulanan yöntemler şunlardır:.1- ATM cihazlarına düzenekler kurularak kullanıcının kart bilgisinin ve şifresinin alması,2- Kredi kartları ile ödeme yapılması esnasında özel ekipmanlar kullanılarak kopyalama yapılması3- Birçok şubesi bulunan büyük mağazaların daha rahat hesap tutabilmeleri için alışveriş yapan müşterilerin kart bilgilerini merkezlerinde depolamaları ve güvenlik zafiyetlerinin bulunması,4- Art niyetli olarak kurulan internet sistemlerinden alınan hizmetlerle kart bilgilerinin elde edilmesi,5- Online hizmet veren veya mal satan sitelerden yapılan alışverişlerde, kullanıcıların kart bilgilerinin kaydedilmesi ve yetersiz güvenlik önlemleri ile bilgilerin çalınması.BotNet; Robot Network ağı kavramından türemiş olup, temel hedef köle bilgisayar ağı oluşturmaktır. Botnet sahibi bir saldırgan aynı anda birkaç bilgisayarı kontrol edebileceği gibi binlerce bilgisayarı da kontrol edebilmektedir.Bir çatı altına toplanmış sistemler, kullanıcının haberi olmadan sisteme sızan tehlikeli yazılım[bot] sistemi ile başka bir sunucuya bağlantı sağlayarak, genellikle başka bir sisteme saldırı amacıyla kullanılır. Güvenlik açığı olan bir sistem (güncel yamalardan yoksun) internet ortamına girdiğinde ve başka bir makine tarafından algılandığında sistem; kullanıcının haberi olmadan kontrol altına alınır. Sistem içerisindeki her türlü bilgi ve dokümana kullanıcının haberi olmadan erişilmesini mümkün kıldığı gibi, bu köle bilgisayar ağını başkaca suçların işlenmesinde de kullanabilmektedir.Günümüzde karşılaşılan diğer bir suç türü de hack (korsan saldırı)dır. Korsan saldırının temel amacı bilişim sistemine yasadışı olarak sızmak ve illegal olarak bilgileri ele geçirmek, sisteme saldırı yaparak diğer kullanıcıların işlemlerini engellemek ve verileri değiştirmek olarak sınıflandırılabilir. Hack eyleminin işlenmesinde onlarca farklı yöntem mevcuttur. Bu suçlara ve işleniş sebeplerine bakıldığında; en çok banka ve kredi kartı dolandırıcılığı şeklinde işlendiği görülmektedir. Kredi kartı dolandırıcılığı, genellikle organize bir şekilde uluslararası boyutta işlenmektedir. Uluslararası iyi niyet ve işbirliği faaliyetleri çerçevesinde mücadele yürütülüyor olsa dahi, ülkelerarası mevzuat farklılıklarından kaynaklanan sorunlarla da karşılaşılması mücadeleyi daha da zorlaştırmaktadır.Bilişim suçlarının özellikle banka ve kredi kartlarına yönelik olarak işlenişindeki artışların ve bu kadar yoğun olarak rekabet görüyor olmasının sebeplerini irdeleyecek olursak;1) Temel motivasyon unsuru paradır; bu alanda suç işleyen kişilerin kısa zamanda çok büyük meblağlar kazanabilme potansiyeli ve diğer suçlarda olduğu gibi ölüm, yaralanma vs. benzeri tehlikelerle karşılaşma riskinin olmaması, parayı temel motivasyon unsuru haline getirmiştir.2) Suç dünyasında uzmanlaşan gruplar; gelişen teknolojiye paralel olarak kullanılan yöntemler, sistemler ve yenilenen ve geliştirilen güvenlik önlemlerinin aşılması, illegal olarak faaliyet gösteren suç çetelerinin de belirli alanlarda uzmanlaşarak koordineli bir şekilde faaliyet göstermeleri sonucunu doğurmuştur.3) Seri üretim suç aletleri: suçlular artık ihtiyaç duydukları veriyi, bilgiyi temin etmek için el yapımı düzenekleri kullanmak yerine bir üst basamağa terfi ederek, ihtiyaca yönelik olarak fabrikasyon üretimleri kullanmaya başlamışlardır. Seri üretim; suç unsurlarının kullanılmasıyla, daha kusursuz ve ucuz maliyetleri düzenekler hazırlanarak, daha kısa zamanda geniş bir kitleye nüfus edilmiştir. Bilişim suçlarını önlemek veya bu suçların mağduru olmamak için topluma yönelik bilinçlendirme faaliyetleri her yaş grubunu kapsayacak şekilde aile, medya ve eğitim kurumları aracılığıyla yapılmalıdır.Sonuç olarak önemli olan; suça maruz kalmadan önce hangi tedbirlerin alınacağı konusunda yeterli ve doğru bilgiye sahip olmak ve bütün bu tedbirlere rağmen suça maruz kalınması halinde ise gerekli mercilere münacatta bulunarak suç ve suçluların tepsi edilerek, cezalandırılmasını sağlamaktır.

* Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı

Kaynak: çağın Polisi

yazar : ahmet pak

8 Şubat 2009 Pazar

ADALET BAKANLIĞI SINAV TAKVİMİ






Hukuk Fakültesi mezunlarını ilgilendiren en önemli konulardan birisi de sınav tarihleri. Bitirme belgesi alınmadan bu sınavlara girilemiyor. Diploma zaten okul bittikten ne kadar sonra veriliyor orası malum. Okulu bitirmek ilk hedefimiz, okul bittikten sonra sınavlarda şansımızı deneyeceğiz, olmazsa zaten staj yapıp avukatlık mesleğine adım atacağız. Biz hukuk öğrencilerinin temel felsefesi bu olsa gerek. Sözü uzatmayayım, aşağıdaki linke tıklarsanız bu senenin sınav tarihlerini öğrenebilirsiniz:



Adalet Bakanlığı 2009 Sınav Takvimi
Hukuk Sokağı - Pazar, 08 Şubat 2009



29 Ocak 2009 Perşembe

DAVOS KAOSU


Kimi eleştirir belki bu davranışları, eleştirenlerin objektif olması beklenmiyor ancak eleşiriler acımasız olursa tepkisiz kalmak mümkün olmuyor. Kimileri ise destekliyor bu davranışı, evet Erdoğan'ın davos'u terketmesinden bahsediyorum. Oturumu yöneten kişinin müdahale etmesi gerçekten çok saçmaydı, yani tamam oturumu yönetiyorsun ama bir başbakanın kolunu çekmek ne oluyor? Bunu anlamış değilim...




Başbakan verilen süreye kızmıştı. Peres'in sert çıkışına moderatorun ilginç hareketleri tuz biber oldu, bir devlet liderine hangi görüşte olursa olsun bu tarz bir davranışta bulunma cürretini nerden buluyor anlamadım. Ayrıca dünyanın çeşitli ülkelerinde basında yer alan haberler olayı hafife almaya yönelikti. Bu da çok ilginç gerçekten; ama sonuç olarak bir İsrail başbakanı bir Türk başbakanından özür dilemek zorunda kaldı. Bunu hangi başbakan yapabilmiş, hangi delet başkanı İsrail'e bu tarz bir tavır koyabilmiş tarih bilgim beni yanıltmasın Türkiye Cumhuriyati tarihinde Bu kadar güçlü bir tavır koyabilen Atatürk'ten başkası olamaz bence.


Düne baktığımızda Koyun psikolojisinden kurtulma vaktimizin geldiğini anladım ve bu beni çok sevindidi, çünkü arap lideri bir el hareketiyle yerine oturtuldu. Bu sadece bir el hareketine bakıyordu, fakat başbakanımız yetmiş milyonun sesi olarak başı dik salondan ayrılmasını bildi. Ordaki insanları muhatap alıp konuşmaya devam etmesi de düşünülemezdi. Bu açık bir gerçek. Burda başbakanın savunuculuğunu yapmak gibi bir düşüncem yok ama yapılması gereken buydu, daha ne yapılabilirdi ki? Boyun eğmekten başka, ama boyun eğmek bize ne kazandırdı, tarih bunu gösteriyor...


Aman bizle ticari anlaşmasını bozabilirler, sakın rest çekmeyelim bizimle işbirliği yapmazlar demek çözüm değil; önemli olan gerekli tepkiyi gereken yerde verebilmektir. Böylece yaptığı yanlışlara kimsenin sesi çıkmadığını düşünen devletleri yanıltmak ve de kendi gücünü de belirtmek gerekir. Sonuçlarını çok yakında göreceğiz, tarihimizden farklı bir talihimiz mi olacak? Bunu zaman gösterecek...

27 Ocak 2009 Salı

GAZZE'DE VAHŞET


İsrail, dünya kamuoyuna genel olarak bir "yahudi devleti" olarak yansıtılmaktadır. Gerçekte "yahudi ırkının üstünlüğü" anlayışı üzerine kurulmuş bir devlet olmakla birlikte ideolojik kimliği dini kimliğinden önce gelmektedir. Hatta bu özelliğinden dolayı ortodoks yahudiler İsrail'i Tevrat'ta vaad edilen yahudi otoritesi olarak görmezler.
İsrail'in ideolojik kimliğini doğal olarak siyonizm biçimlendirmiştir. Çünkü bu devlet ilk adımı 1897 Basel kongresiyle atılmış olan siyonist hareketin bir ürünüdür. Bu itibarla İsrail'in tarihini siyonist örgütlenmenin ortaya çıkmasından itibaren başlatmak daha yerinde olur. Dolayısıyla 29 Ağustos 1897 - 14 Mayıs 1948 arasındaki elli küsur yıllık dönem siyonizmin kendine bir devlet hazırlama sürecini, ondan sonrası bu devletin fiilen ortaya çıkma ve ayakta kalma sürecini oluşturmaktadır

Karşılıklı ateşkesin ardından bir israil askerinin öldürülmesiyle İsrail saldırılarına yeniden başladı. Ölen bir asker bahane mi? Orası meçhul ancak yine hedef siviller. Biz ne yapabiliriz ki diyerek bir kenara çekilmek Türkiye topraklarında yaşayan hiç kimseye yakışmaz. Elimizden gekeni yapmak boynumuzun borcu, belki İsrail mallarını boykot ederek işe başlayabiliriz. En azından kontrolden çıkmış İsrail'i bir nebze de olsa zarara uğratmış oluruz. Arkadaş çevremizde toplayacağımız üç beş kuruşu bölgeye gönederek işe başlayabiliriz.Biliyorum günümüzde yardım toplayan kuruluşlara karşı çekincelerimiz var; fakat bir çürük elma yüzünden bir kasa elmayı çöpe dökmek çok yanlış bir hareket. Her kurumda ve kuruluşta yanlış yapan insanlar olabilir, zaten bu nedenle mahkemeler var. Gerekeni Türk adaleti yapacaktır.Konuyu fazla dağıtmadan sadede gelelim, İsrail'de yaşananlara göz yumamayız; orda öldürülen biz de olabilirdik...